kayıt

erdek

  1. 1
    sabah sabah anılarım depreştiği için derse gitmeyip şu entry'i gireceğim, çocukluğumun neredeyse her tatilinde gittiğim ve haftalarca, bazen aylarca kaldığım yer.

    balıkesir'in kapıdağ yarımadası'nın güneybatısında yer alan ilçe. hatırladığım en eski halinde merkezin dışında daha yollarda asfalt bile yoktu, zaten çok fazla gidip gelen de olmazdı. mahallenin bir sürü köpeği vardı, tek tek zehirlediler hepsini sonra. evlerin yanında bir köşede küçük bir alanda zeytin ağaçları vardı, çingeneler atlarını bağlardı bazen buraya, mahalle sakini de görünce laf ederdi kokudan ötürü. çingenelerden çok korkardım, bunda dedemin aşıladığı paranoyanın etkisi büyük olsa gerek çünkü kafamda öyle bir imaj oluşmuştu ki bunlar nerede küçük çocuk görse kaçırıp fidye isteyecek veya ağzını yüzünü kırıp bisikletini çalıp gidecek insanlardı sanki. hoş, bir gün bisikletle giderken önümü kesmeye çalışmıştı iki üç tanesi ama yandan toprak yoldan sıvışıvermiştim. evin iki üst sokağındaydı bakkal market, hatta pazar bile oraya kuruluyordu hafta içi, herhalde oradaki pazara asıl yaşadığım yerdekinden çok daha fazla gitmişimdir. o caddeden merkeze doğru devam eden arnavut kaldırımının sonunda fırın vardı. oradan bir taraftan aşağı inen yolda bisiklet tamircisi ve çilingir vardı, diğer taraf otogara giden yoldu, bir üçüncü ayrım direkt sahile, çay bahçelerine inerdi yanlış hatırlamıyorsam.

    sahil kısmı hep tırttı, bunu büyüdükçe daha da fark ediyordum ama hoşuma gidiyordu yine, alışmıştım ve tek beklentim köşede fotoğrafçının yanındaki kokoreççide yemek, üstüne çay bahçesinde karadut içmek veya ecdat'tan dondurma almaktı. kokoreççi amcanın öldüğünü duydum sonradan, o bıyıklı, az konuşan, siparişlerin altında ezilmediği sürece yüzünden tebessümü eksik olmayan veya öyle hatırladığım amca. bir de iskenderci vardı yakında, sanırım orada yiye yiye sevdim iskenderi. güzel mi yapardı bilmiyorum, hatırlamıyorum bile, yemeyeli kaç sene oldu kim bilir. bir kez kokoreççinin paralel sokağında oturmuş yemek yerken önce bir zil ve ardından tüm bando takımını duyup arkama döndüğümde kimi görsem beğenirsiniz? tayyip! bir kadın da zili duyunca çığlığı basmıştı, ne gülmüştük. tayyip'in geleceğinin haberini almış mıydım hatırlamıyorum ama bu avşa'ya giden feribotların iskelesinin önündeki dönel kavşağı 2 günde asfaltlayıp elemanın geçeceği yoldaki kaldırımları bile baştan yaptılardı. hiçbir şeyin umurumda olmadığı o yaşlarda bile kendinden tiksindirtmişti uzun. uzuna bando takımı ayarlayan, aylardır belki yıllardır sürünen yollara, kaldırımlara belki de tayyip gelmiyor olsa 3-4 sene sonra bile hala el atmamış olacak belediyeye de ayrıca sevgilerimi gönderiyorum buradan.

    sahilden çay bahçelerine doğru giden yolun sonunda insan boyu yüksekliğindeki çalıların arasından bir yol vardı, sahil yoluna alternatif. bir akşam anneannem ve dedemle eve dönerken altımda bisiklet olduğu için o kestirmeye giremedim, bittiği yerde buluşuruz dedim ve devam ettim yola. zaten kestirme de diğer asıl yol da yürüyerek 15-20 saniye sürmüyordu, gittim bu kestirmenin ağzında bizimkileri beklemeye başladım. bekledim, bekledim, bekledim gelmediler. o zaman daha ne telefon vardı bende ne bir şey. 10 dakika kadar bekledim belki, yine gelmediler ben de ne yapacağımı bilmiyordum, eve gideyim bari bulamazlarsa oraya gelirler diye düşündüm. ben tam köşeyi dönerken onlar da eve ulaşmak üzerelerdi. içeri geçtik, dedem hiçbir şey demeden tokadı yapıştırdı bana, sonra üçümüz de ağlamaya başladık. hayatımda yediğim en anlamlı tokat oydu sanırım, tabi bunu üstünden seneler geçtikten sonra anladım.

    plajı, kumları hep gereksiz kalabalık olurdu. biz de başlarda kalabalığın arasında bir yerlere geçer iki havlu atar, bütün yol taşıdığım şemsiyeyi dikerdik, denize de beraber girerdik. deniz çoğunlukla pis olurdu, denizanasından yüzen yosunlardan çöplerden pek girilmezdi. böyle zamanlarda narlı, ocaklar taraflarına giderdik bazen. bir de askeriyenin bir tesisi vardı, yolu pek güzel olmasa da çok ısrar edersem dayanamazlardı, götürürlerdi beni. kumu da denizi de görece daha iyiydi erdek'ten. bir keresinde orada araba anahtarı bulmuştum, sonra nasıl olduysa yetkili birilerine vermeden eve getirmiştim, küçük heyecanlar yaşıyordum. sonra beraber takıldığımız tayfadaki götün birine vermiştim bir gün anahtarı, bir hafta falan ses seda çıkmadı o arada da sokağa asfalt döktüler. sordum, ne yaptın anahtarı hala sende mi dedim, kaybettim dedi. herhalde sokakta düşürdüm, yolları da asfaltladılar bulamayız artık dedi. benden 2-3 yaş büyük olduğu için bir şey diyemedim o zaman ama kinini hala tutarım. neyse, deniz diyordum. yüzmekten çok dalmayı, suyun altından gitmeyi, amaçsızca diplerde ilginç şeyler aramayı severdim. bazen dipte yosunların başladığı yerde şöyle şeyler bulurdum: http://i.imgur.com/OiCWVTK.jpg meğersem dedem kordonda bunu satanlardan alıp bana çaktırmadan bir şekilde onu oraya saklıyormuş ben sevineyim diye. küçüklük ne acayip şey ya, bildiğin cilalı kabuk buluyorsun denizin dibinden ama o anki mutluluktan buna dikkat edemiyorsun, mevzuyu çakmıyorsun bile. neyse ki çok hoşuma giden bir şey daha vardı ve kandırılmış olma ihtimalim olmayan bir şeydi bu, elimin orta ve yüzük parmağının arasına midyenin içini sıkıştırıp kumun üstünde gezinen küçük balıkları elle yakalamak. ilk gördüğümde ya yok ebesinin şeyi ali sami tepkisi verecektim ama o zaman daha bu muhabbet yoktu, vay anasını dedim. keşke onların pişirilip yenmediğini şu olayı öğretmeden önce söyleselerdi de bu kadar ısrar etmeseydim eve götürmek için.

    bir kere iki üç gün neredeyse aralıksız yağmur yağmış, sokakları sel götürmüştü. evden çıkamıyorduk, haliyle denize de gidemiyordum. yazın, tatil için geldiğin bir yerde yağmasını aklım almamıştı, yaz dediğin güneşli ve sıcak olur, denize gidersin olayı budur diyordum. yağmurun bittiği gün hava hala soğuk ve kapalıyken dedim yeter ulan bekle bekle ben gidip giriyorum denize. tam böyle demedim belki* ama ana fikri buydu. anneannem eşlik etti, denize vardığımızda ne görsem beğenirsiniz? bütün ilçenin kiri tozu pisliği yağmurla denize gelmiş, deniz böyle ibne gibin puşt gibin kahverengi bir bulamaç adeta. ama origin durur mu, kaç gündür bu anı bekliyor, takmış gözlüğü girmiş denize. hatırlıyorum ellerimi su yüzeyinin 5-10 santim altında tutunca göremiyordum, o kadar kötüydü durum. ama bu benim yine dibe dalmam için bir engel değildi tabi. kafaya bak ya bildiğin bokun içinde yüzüyormuşum, zaten o gün hastalanıp ölmediysem bir daha da bir şey olmaz bana. ama pişman mıyım bir sorun hele.

    seneler ilerledikçe önce oturduğumuz yer değişti, normalde kumlarda otururduk, zamanla bu yolla kumların arasındaki çınar ağaçlarının etrafındaki taşlar oldu. artık benimkiler denize girmiyordu zaten, üşüyoruz biz diyorlardı. ben de ne yaştan ne bir şeyden anlıyorum, gelin gelin sıcak diyordum inatla. daha sonra zaten tek gitmeye başladım denize. bir şeyler değişiyordu, eskiden aldığım tadı almamaya başlıyordum. bazen bir sonraki paragrafta değineceğim arkadaşlarla gidiyorduk ama o da pek keyifli değildi. belki de onları çok sevmediğim içindi.

    evimizin çevresindeki diğer yazlıkçıların torun ve oğullarıyla tek ortak yanımız tatili aynı yerde yapan üç aşağı beş yukarı aynı yaşlardaki çocuklar olmamızdı. ve büyüklerimizin birbirini tanıyor olmasından dolayı arkadaş olmak durumunda kaldım. başlarda güzeldi bu, mal mal işler yapıyorduk zaten, hiçbir şey umurumuzda değildi sadece eğleniyorduk, beraber olunca daha çok eğleniyorduk. yine vakit geçtikçe bu elemanları tanımaya başladım. bir grup vardı bizden 3-4 yaş kadar büyük, çok seyrek denk gelir beraber otururduk. onları oldum olası sevememiştim zaten, belki de çok sevmiştim ama onlar gibi büyük olmadığım, onlarla beraber takılamadığım için kıskanıyordum onları emin değilim. şunu yazarken içlerinden bir kişi hatırlamasam bile asıl bizim yaşıt arkadaş grubuna kıyasla haklarında çok daha güzel düşündüğümü hatırlıyorum. yaşıtlarla da başta aram iyiydi, her akşam bir saatte elektrik direğinin dibinde toplanır yine mal mal işer yapar eğlenirdik. bazen akşamını bekleyemez gündüzden toplanırdık, işimiz gücümüz yoktu zaten. ama yine vakit geçtikçe bu elemanların ne mal olduklarını anlamaya başladım. yaşım küçüktü belki, daha anlayamadığım bir sürü şey vardı ama kimin iyi kimin kötü olduğunu anlamaya ufaktan başlıyordum. bisikleti bir tur alıp yokuş aşağı hızla inerken toprak yolda ön frene basmanın ve bisikletle takla atmanın hiçbir iyi açıklaması yoktu bence, düpedüz salaklık ve kötü niyet sentezi bir eylemdi, öyle düşünmüştüm, zaten bu adama anahtar meselesi yüzünden bilenmiştim, adeta sabrımı sınıyordu tipini sktiğim. zamanla soğudum bu gruptan, gerek böyle olaylar yüzünden gerekse ne kadar boş insanlar olduklarını anladığım için. onlar da dağılmış sonra sanırım, isabet olmuş. daha öncesinde beraber olduğum için pişman mıyım, değilim ama keşke daha eli yüzü düzgün, makul insanlar olsalarmış da arkadaşlığımız şimdi bile devam ediyor olsaymış.

    öyleydi böyleydi derken bir gün dedemin yazlığı sattığını öğrendim. başta idrak edemedim durumu, tepki veremedim. 89543'teki gibi (işbu entry silinmiş)(entry'i okumadıysanız spoiler içerir) aysel'e araba çarptığını kabullenemeyen adamın hazır mı aysel yüzük alacağız dediği anındaki gibi kalakaldım adeta. bu nasıl olabilirdi? benim gelecek planlarımın hepsinde büyük yer tutan o yazlık nasıl satılırdı? neden bana sorulmamıştı? adeta aysel'im gitmişti ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu, elimden hiçbir şey gelmiyordu.

    zaten benim için bu kadar üzücü bir şeyi kendimi ağlamamak için zor tutarak yazıyordum, aklıma aysel de gelince dayanamadım koyverdim artık. şimdi daha fazla ağlamadan dışarı çıkmam, insan içine girmem gerekiyor o yüzden sonunu gelince yazmayı düşünüyorum. keşke şu son paragrafa gelince başlasaydım.

    anca gelebildim, 3 saattir dışarıdayım sanırım. hava ne soğumuş ya. zaten bitmek üzere konu, hazır kafam dağınıkken bir gazla bitireyim.

    sonunda yazlık satıldı, o günden beri de gitmek nasip olmadı bir daha erdek'e. her kış hadi bu yaz gidiyorum artık çok özledim desem de ne yancı bulabiliyorum ne de işin peşine düşesim geliyor. zaten ne denizi güzel, ne gecesi güzel, nesini sevmişim acaba bunca sene? gündüzün plajlardaki tıklım tıklım kalabalık hiç bozulmadan eksilmeden akşam deniz kenarı boyunca yürürdü, közlenmiş mısır falan alırdık. ama çok gereksiz, vıcık bir kalabalıktı diye hatırlıyordum, düz yürümek bile zordu. bir de emektar atları sağa sola sıçan faytonlar vardı aaah ah...

    bir şekilde böyle skindirik bir yere bağlanmıştım ama, orada olmayı çok seviyordum. belki de bu özlemimi bir nebze olsa dingilleyen bir şey erdek'in zaman içinde daha da kalabalıklaşması, bizim zamanımızda zeytinlik vesaire olan yerlere yeni binalar okullar yapılması, sakin bir balıkçı kasabasından* kalabalık, gelişen bir ilçe haline gelmesi oldu. arkadaşlardan da kopmuştum zaten. ama çok ayıp ettiniz çok, hele yazlığı yaşadığımız yere çok yakın bir yerde ikinci bir ev yapmak için sattıklarını öğrendim sonra, malum onlar da yaşlanmışlardı, he deyince 3-4 saat yol gitmek zor geliyordu anlıyorum, şimdi feribot manzaraları var, o da bir şey bence. bazen bunun için kötü hissediyorum, yazlığın satılması konusunda kendi çıkarımı onlardan daha çok düşünüyor, onlara kızıyordum başlarda. umarım böylesi daha iyi olmuştur.

    son olarak aranızda seven bilen giden varsa gelin biraz övelim, eski halinden konuşalım falan. çok istekli olan çıkarsa da beraber gidebiliriz de.

    iyi yine aysel falan derken bir gittim geldim unuttum dalgayı, eve girince hatırladım ve de sıçızlamadan bitiriverdim yazıyı, haydi geçmiş olsun. origin out.

    bahsettiğim silinen entry'i paylaşamıyorum.
    #97046 originofsymmetry | 9 yıl önce
     
  2. tümünü gör