kayıt

kendi zamanında anlaşılamayan bir dahi olmak

  1. 1
    hüzünlü bir oluş biçimi.

    yer yer "zamanının ötesinde bir dahi olmak" olarak da rastlayabilirsiniz. bu oluş bir lanettir sevgili eli kalem tutanlar. ortalama halk bizim gibileri asla zamanında anlayamaz. sözlerimizi deli saçması olarak görür, bizle alay eder, üstümüze zerzevat fırlatırlar. biraz daha merhameli olanlar bize acır. sizin gibi az biraz kafası çalışanlar neler çektiğimizi ancak tahayyül edebilirler. ancak bizlerdeki ışığı görüp hakkımızı onlar da teslim edemezler. yalnızlık alın yazımızdır. bu yanlızlığın tek tesellisi ise, geçmiş ve gelecekteki eşitimiz dehalarla kurduğumuz psişik bağlardır. o bağlardır ki zamanımızın tutsağı bedenlerimizin gerçek sahibi ruhlarımıza bir dirhem teselli veren...

    hiç unutmam, ortaokul sıralarında aristo ile çok kankaydık. o bana büyük iskenderin dersleri sırasında yaptığı mallıkları anlatırdı, ben de ona sınıfımızın en güzel 3. kızı özge'yi anlatırdım. 1. ve 2. güzellerine bulaşmadım, çünkü erkek arkadaşları üst sınıflarda ve belalı tiplerdi. beni fena benzetebilirlerdi. neyse, böyle anlarda aristo enseme bir şaplak atar, karıyla kızla vakit kaybetmemem gerektiğini, bu yaşlarda klasik felsefe ve matematikte uzmanlaşmam gerektiği tüyosunu ısrarla tekrarlardı. matematik hocamız ise dersi sırasında sohbet edilmesinden hoşlanmazdı. böyle bir günde yine aristo ile iki lafın belini kırarken beni kulağımdan tutup tahtaya kaldırdı. tahtada değişkeni x ile sembolize edilmiş bir denklem vardı. aristo ile sohbetimizin hala etkisinde olan ben, denklemi evirip çevirip en alta "x=x" yazdım ve dönüp öğretmenime sırıttım. o ise pek memnun olmuşa benzemiyordu ve glümsemekte olan ağzımın üstüne sağlam bir tokat aşketti. matematik öğretmenimin özdeşlik ilkesinden haberi olmadığını farkettim. bir matematik öğretmeni için ne cehalet...

    meyve veren ağaç taşlanır. okul servisinden indiğimde eve yürüyene kadar yolda bazı yaşıtlarımla karşılaşırdık. zaman zaman bana sataşırlardı. bir gün artık burama (burun hizama) kadar geldi. bu veletlere hadlerini bildirecektim. hemen bi tanıdığı araya sokup sun tzu ile iletişime geçtim ve ne yapmam gerektiğini sordum. o da bana su gibi şekilsiz olmamı, bu sayede düşmanlarımın ne yapacağımı kestiremeyeceklerini söyledi. derhal uygulamaya geçtim. sağ kolumu yana açıp dirsekten doksan derece bükerek yumruğumu öne aldım. sol kolumu dimdik havaya kaldırdım. sol ayak parmak uçlarıma kalkıp sağ ayağımı yana açmıştım ki apış arama sert bir tekme yedim. mahallenin gerizekalı kabadayılarının sun tzu'dan haberdar olmalarını beklemenin saçma olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

    lisans ikinci sınıfta odtü 9. yurttan kurtulup tek başıma eve çıktım. bir süre sonra leonardo (da vinci), euler ve dostoyevski akşamları benim fakirhanenin müdavimleri oldular. çoğu zaman biraları açıp king çeviriyorduk. euler çok pis kağıt sayardı, hepimizi duman ediyordu. kağıt oyunu bittikten sonra dostoyevski sazı eline alırdı. kumar borçlarından, yengeden dert yanar durur, iyi kafa açardı. yazdığım son romanı değerlendirmesini rica etmeye yüzüm olsun diye ses etmeden dinlerdim. leonardo ise bazı tasarımları için kendisinin yapamadığı hesapları euler'e yaptırırdı. koskoca leo, e sayısını ve logaritma hesabını bilmediği için euler'in taşak malzemesi olmuştu. neyse, ben dosto'yu sonunda romanımı okumaya sonunda ikna ettim. bu yaktı piposunu, zaman zaman "hımmm...hummm" sesler çıkartarak okuyordu. ben o sırada leo ile satranç oynamaya oturdum. tam konsantre olmuş, bir mat atağının varyantlarını hesaplarken odayı kaplayan dumanı genzimi yakacak seviyeye geldiğinde ancak farkettim. bu gerizekalı piposunu romanımın tek kopyasının üstüne koyup sıçmaya gitmiş. alevler kağıtlardan perdelere sıçramış. neyse itfaiye çok geç kalmadan geldi. biz zaten çoktan sokağa kaçmıştık. komşular yangını ben çıkarttım sandıkları için üzerime yürüdüler. o sırada üç piç arazi olup beni ahali ile başbaşa bıraktılar. yaşananları anlatmayacağım, sonunda çok sevdiğim evimden taşınmak zorunda kaldım.

    esas büyük gerizekalılık ise bitirme projem sırasında yaşandı. ben o sıralar 2053 yılında nanoteknoloji kullanarak bugün bilinen en dayanıklı çelikten 2.376 kat mukavemete sahip ve bu çeliğin yarı maliyetine sahip bir malzeme geliştirecek olan otto neuer ile takılıyordum. inşaat mühendisliği bitirme projemin hesaplarında bu malzemenin mekanik özelliklerini göz önünde kullanarak hesaplarımı yaptım. akademide ünvan sahibi hocalarımızın daha açık fikirli olmalarını beklersiniz sanırım: ne gezer azizim, ne gezer!.. beni dersten bıraktılar, okulu bir dönem uzatmak zorunda kaldım... evet, ben!

    daha iş hayatımın başında yaşadığım olayları, antropoloji dergisine gönderdiğim yazıya editörün yanıtı, patent yetkilisi ile tartışmalarımı anlatmıyorum bile. eeyy dünya! böyle böyle hevesimi kaçırıyorsun, yıldırıyorsun. vefasızsın, günahkarsın. sonra da biz neden geri kaldık... taküyiddin'in rasathanesini yıktınız, tarhuncu ahmet'i idam ettiniz, sweeny'i yedirmeyiz ulan.
    #100291 Sweeny Todd | 8 yıl önce
     
  2. tümünü gör